Son Perde*

553K 25.5K 93.1K
                                    

Her bir günün, bir önceki kadar sancılı ve pişmanlıkla geçtiği Temmuz ayının, diğerlerinden sıyrılarak bir yıldız gibi parlayan günü, 2017...

"Çakal sesleri duyabilirsin, korkma..." dedi, dışarıya çıktığımızda. Hava sıcaktı fakat yanıma parlak sarı bir yağmurluk aldırmış ve yine parlak sarı yağmur çizmeleri giymem için ısrarcı davranmıştı. Kendisi de kot pantolonunun paçalarını yağmur çizmelerinin içine sokmuştu fakat onunkiler siyahtı. Bi' kafamıza fenerli baret takmamız eksikti fakat elime tutuşturduğu el fenerini gördüğümde, içinde bulunduğumuz durumu unutmuş ve bizi bekleyen bir macera varmış kadar heyecanlanmıştım.

Arabaya doğru ilerleyen adımlarımı durduran, Gökhan'ın sesiydi: "Saçmalama sen araba kullanamazsın!"

Bora'ya baktım. Gökhan'ı duymazdan gelerek, arabaya binmemi işaret etti. Arabaya ilerledim ve oturdum. Gökhan'la Bora tartışıyorlardı fakat aralarında geçen konuşmayı duyamıyordum. Gökhan, arada bir bana baktığı için, konunun ne olduğunu kestirmem zor değildi. Fakat Bora'nın onu umursamayacağını biliyordum. Nitekim, üç dakika on yedi saniye sonra arabaya bindi ve birlikte, zifiri karanlığa doğru yola çıktık.

Arabanın camını açtım ve içime oksijen doldurmaya başladım. Geçtiğimiz yollar başlangıçta tenha ve engebeliydi ama Bora'nın ne yaptığını bildiğine emindim. Bir süre sonra, daha merkezi bir yere geldiğimizde birkaç insan gördüm ve yüzümde oluşan tebessüme engel olamadım. Fakat çok geçmeden Bora'nın durmayacağını anladım. Saatler ilerliyordu ve bana bir bilinmezliğe gidiyormuşuz gibi geliyordu. Belki de canı nereye isterse oraya sürüyordu ama bu bir sorun değildi. Arabanın camlarına hafif yağmur damlaları çarpmaya başlamıştı ve bu bana huzur veriyordu. Geçtiğimiz yollar her ne kadar orman içi de olsa, insan da görmesem, evdeki kadar tedirgin hissetmemeye başlamıştım.

Bora arabayı durdurduğunda, derme çatma, ahşap bir evin önündeki dik yokuşun başındaydık. Arabadan indiğinde, ben de indim. Farlar, yürüyeceğimiz yolu aydınlatmak ister gibi hala yanıyordu. Eve doğru ilerlerken elime uzandı. Yerler çamur ve kaygandı.

"Dikkatli ol," dedi. Saatlerdir ağzından çıkan ilk şey buydu. Dikkatli olmaya özen göstersem de ayağım kaydı ama Bora'nın maharetli elleri beni belimden yakalayarak, yere kapaklanmamı engellemişti. "Acele etme." Ev, ahşap ayaklar üzerine kurulu olduğu için, önündeki merdivenleri tırmanmamız gerekiyordu. "Önden geç..." Basamakları tırmanırken, ahşap tırabzana sıkı sıkıya tutundum, kaymaktan korkuyordum.

Bora yanıma geldiğinde kapıyı tıklattı. Kapıyı yaşlıca bir adam, güler yüzlü bir şekilde açtı. "Hoş geldiniz... Buyurun..." Başını arkasına doğru çevirdi. "Hanife! Geldiler!"

Adamdan biraz daha genç görünen kadın derhal koşarak geldi ve Bora'nın elini öpmeye yeltendi fakat Bora kadının elini tutarak eğildi ve elini öpmesine izin vermedi. Adam ya da kadın kimdi bilmiyordum ama Bora'yı çok sevdikleri belliydi. Hazırladıkları yer sofrasını çeşit çeşit yemeklerle donatmışlardı.

"Buyurun geçin..." dedi Hanife Hanım. Yüzünden gülücük eksik olmuyordu. Bora, yer sofrasına oturunca, ben de onun karşısına oturdum.

"İstediğiniz bir şey var mı beyim?" diye sordu adam.

"Her şey için teşekkürler," dedi Bora, memnun bir tonlamayla. Adam, elini Hanife Hanım'ın sırtına koydu ve kapıya yönelip evden çıktılar. Bakışlarım Bora'ya çevrilince, "Onların evi biraz ileride," dedi, açıklama olarak. "Rakı içer misin?"

"İlaç kullanıyorsun hâlâ?" dedim, sorar gibi. Fakat bu Bora için bir önem teşkil etmedi ve kadehlerimize rakı doldurdu. "Dışarıda yeriz sanmıştım."

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now