133.Bölüm

627K 28.3K 112K
                                    

Maryland sınırları içinde, pencereleri Güney Nehri'ne açılan bir evimiz vardı.

Güney Nehri'nin kıyısındaki verandasında, koca çınar ağacının altında otururken kahvaltı yapmamız ya da bir gece, kendimize ait iskelemizde ayaklarımız suya doğru uzanırken biramızı yudumlamamız mümkündü. Sık ağaçların arasına bir salıncak yerleştirip, ılık bir akşamüstü salıncağa uzanıp kitap okuyabilirdik. Ya da üst kattaki geniş terasta, manzaraya karşı romantik bir akşam yemeği yiyebilirdik. Sığınmak için, bazen özlemek bazense kavuşmak için ideal güzellikte olan bu ev, konumu itibariyle de merkeze hem yeterince yakın hem de yeterince uzaktı.

Bu tarz bir ev, her koşulda hoşuma giderdi fakat bu evin, Dünya üzerindeki diğer bütün evlerden bir farkı vardı: Bu ev, bizim mabedimizdi.

Güney Nehri'nin üzerinde hareket halinde olan küçük tekneyi izlerken, tekne almayı da düşünmüştüm. Bu sırada Bora arkamdan bana sarılmış ve ellerini karnımda birleştirmişti ve onun ne düşündüğünü bilmiyordum. Burası o kadar güzeldi ki kendimi çok şanslı hissediyordum. İçimde dolup taşan bir heyecan vardı ama acele etmek istemiyordum. Burayı içimize sine sine, yaşaya yaşaya, seve seve dekore etmek ve biz haline getirmek istiyordum.

"Burada mı kalacağız?" diye sordum, biraz sonra.

"Hı hı," dedi. Beni kendine döndürdü ve ellerini belime yerleştirdi. "Bugün temizlettiririm burayı. Akşam geliriz."

"Hiç eşya yok?" dedim, merakla.

"Yatak alırız bir tane. Bahçeye iki sandalye... Buzdolabı. İki tabak, iki bardak, iki çatal bıçak... Belki, salona da bir kanepe..." Gülümsediğinde kapkara gözleri parlamıştı. "Yetmez mi şimdilik?"

"Yeter!" dedim. İçime derin bir nefes çektim. "Ama biz yine de bir kahve makinası da alabilir miyiz?"

Bora minik bir kahkaha attı. "Tamam. Mutfak eşyalarını alırız komple. Tencere tava falan da lazım olabilir."

"Gardırop değilse bile, askılık da almalıyız şu an için..." dedim. Kaşlarımı çattım. "Ütüsüz gömlek giymiyorsun. Ütü de lazım."

Beni onaylar gibi başını salladı. "Çamaşır makinası da şart."

Ellerimi kollarının üzerine yerleştirdim. "Tabii nevresim, yastık falan da lazım!"

Bir eli saçlarımın arasına karıştı. "Birazdan çıkarız... Bizi en azından bu akşam ve önümüzdeki birkaç gün idare edecek ne varsa alırız."

"Harika!" dedim, sevinçle. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. "Sonra da aklımıza geldikçe bir şeyler alırız. İnternetten de bakarız. Zamanla yerleştiririz. Olur mu?"

"Olur!" dedi, gülümseyerek. "Hem düşünürsün biraz evin içinde yaşarken... Kafanda bir şeyler şekillenir."

Kollarımı Bora'nın boynuna sardım. "Çok teşekkür ederim!" dedim, heyecanla. "Evimiz çok güzel!"

Bora beni sımsıkı kendine çekerken, "Ben teşekkür ederim Nazlı," demişti. Telefon melodisi duyulana kadar birbirimize sarılı kaldık. Bir elini benden ayırıp telefonu kulağına götürdü ve "Evet?" dedi. Arayan her kimse, belli ki Bora ondan hoşlanmıyordu. "Evet örümcek adam, yani?" dedi, on saniye sonra. Bora'dan ayrıldım ve merakla yüzüne baktım. "İyi tamam," dedi en sonunda ve telefonu kapattı. Telefonu yeniden cebine koyarken, "Tarantula," dedi. Onunla konuşurken hala örümcek adam dese de ikidir arkasından da olsa Tarantula diyordu.

"N'oldu, ne dedi?" diye sordum.

"Toplantı istiyor. Bay Simo meselesiyle alakalı söyleyecekleri varmış..." dedi.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now