93.Bölüm

994K 40.1K 204K
                                    

Şömineden gelen çıtırtılar, ruhumdaki sese karışıyordu. Kırmızı şarabın damağımda bıraktığı tadın keyfini çıkartırken, sigaramdan derin bir nefes çektim. Karnım acıkmıştı; salon ve mutfak, tipik Amerikan dizaynına sahip olduğu için iç içeydi fakat kendimde kalkıp bir şeyler hazırlayacak isteği bulamıyordum. Dün John'un gelmesini beklesem de beni şaşırtmıştı. Eğer bugün de gelmezse, muhtemelen açlıktan ölebilirdim.

John'un, Stowe'daki dağ evindeydim. Profesör maaşıyla belki de kendisi için yaptığı en güzel yatırım bu eve sahip olmaktı. Genellikle, cuma akşamları Boston'daki hayatına kısa bir mola veriyor ve pazar gecesine kadar burada kalıyordu. Fakat Cumartesi olmasına rağmen hala gelmeyerek, beni açlıktan ölme noktasına getirmişti. Akşam olmak üzereydi ve John'dan ses seda yoktu. Belki de Cadılar Bayramı'na katılacaktı.

Yerimden kalkıp büyük pencerelerin önüne ilerlediğimde, şarap kadehim de elimdeydi. Yağan karı izlemeye koyulurken, tekli koltuğa oturdum. Aslında kar tanelerinin altında olmak istiyordum. Hatta belki de kayak yapmalı ve biraz olsun kafamı meşgul etmeliydim fakat halsiz hissediyordum. Sanki içimdeki tüm kan çekilmişti ve kendimde parmağımı oynatacak gücü bulamıyordum.

Biraz sonra, bahçeye yanaşan arabaya bakışlarım çevrildiğinde, yüzüme içten bir gülümseme yayılmıştı. Kadehimi John'un görebileceği bir şekilde kaldırdığımda, John şaşkınlıkla bana bakakaldı. Beni burada görmeyi beklemediği öyle açıktı ki, başını iki yana beni esefle kınar gibi salladı ve bagaja ilerledi. Tam da tahmin ettiğim gibi, gelirken alışveriş yapmıştı. Birazdan mutfağa girer ve mükellef bir akşam yemeği hazırlardı.

"Yardım etsen ölmezsin!" dedi John. Paketleri bir elinde zar zor tutuyor, bir yandan da kapıyı kapatmaya çalışıyordu. Ben ise oturduğum koltuktan asla kalkmadan, onun çabasını izliyordum. "Evimde ne işin var?" Her ne kadar sitem ediyor gibi dursa da ciddi olmadığını biliyordum. "Ayrıca sana kaç kez sigaradan da kokusundan da hoşlanmadığımı söyledim... En azından pencereyi açsaydın."

Umursamaz bir tavırla, "Ne kadar çok konuştun!" dedim. John elindeki paketleri tezgahın üzerine bıraktı. Atkısını özenle girişteki portmantoya astı. Kafasındaki şapkayı ve paltosunu çıkarttı. "Dün bekliyordum seni. Aç kaldım senin yüzünden!"

"Sen ne zamandan beri buradasın?" diye sordu John. Bakışları beni bulduğunda, ifadesine merak yayılmıştı.

"Çarşamba gecesi geldim..." dedim. Bu akşam buradaki üçüncü gecem olacaktı ve hala doğru düzgün bir şey yememiştim. "Uzaklaşmak iyi geldi..."

"Halbuki daha geçen haftasonu uzaklaşmıştın... Sanırım yetmedi..." John, yanıma kadar gelmişti. Kısa bir süre beni izledi ve bana arkasını dönerek mutfağa ilerledi. Ben de ayağa kalktım ve peşinden gittim. Ahşap tezgahın üzerine bıraktığı paketlerin içindekileri yavaşça çıkartmaya başladı. "Yakında kaptırıp Kanada'ya gideceksin diye korkmuyor değilim." John'a cevap vermeden, tezgahın üzerine bıraktıklarını buzdolabına yerleştirmeye başladım. "Bugün Cadılar Bayramı... Ben kostümünü giyer eğlenirsin sanıyordum."

"Sen neden dün gelmedin?" diye sordum.

John kısaca, "İşlerim vardı," dedi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, yüzünde ne var der gibi bir ifade vardı. Gözlerimi gözlerine dikmemden rahatsız olmuş olacak ki, tezgahın köşesindeki kahve makinasına ilerledi. "Hep senin işlerin olacak değil ya... Benim de özel bir hayatım var."

Yalan söylüyordu. John farkında değildi fakat ne zaman yalan söylese, sesi biraz inceliyor ve tınısına sözde eğlenceli bir hava karışıyordu. Aynı zamanda tüm ağırlığı sağ bacağında oluyor, yani vücudu sağa doğru eğiliyordu. Üstelik, kimsenin gözlerinin içine baka baka yalan söylediğini henüz görmemiştim; bu yüzden muhakkak arkasını dönüyor ya da bakışlarını karşısındaki insandan kaçırıyordu.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now