107.Bölüm

1M 40K 268K
                                    

Sevgili yol arkadaşlarım,

Hafta boyunca devam eden yorumlarınız, tweetleriniz ve mesajlarınız için çok teşekkür ederim. İlginize, sevginize, varlığınıza minnettarım. Sizleri çok seviyorum!

Var olun...🌻💛

♠️

Keskin nişancılıkla değil, yakın atışlarla ilgilenmem gerekiyordu; en azından Bat'e göre. Fakat ben fazlasıyla meraklı bir insan olduğum için Bat'in verdiği eğitimlere zaman zaman katılırdım. Bu konuda bilgi sahibi olmanın herhangi bir eksisi olmayacağı gibi, artısı da olmayabilirdi. Önemli değildi. Şimdi olduğu gibi, çoğu zaman maksat eğlenmekti.

"Fizik problemi çözer gibi davranıyorsun... Ama bunu seviyorum!" dedi Bat, gülerek. Koyu mavi gözlerini gözlerime dikmiş, benimle eğlendiğini belli etmekten kaçınmıyordu. "Fazla dertli olmalısın, üç saat boyunca bana katlandığına göre..."

"Üç saat, on beş dakika, on altı saniye..." derken, üzerimdeki tozu silkeliyordum. "Bugün formundaydın, sıkmadın beni."

Bat küçük bir kahkaha attıktan sonra, "Nasıl gidiyor?" diye sordu. Belki de gitmiyordu ve ben götürülüyordum fakat bu bir sorun değil, alışık olduğum bir durumdu. Hortumla beni ıslattığı günden sonra, adam akıllı ilk kez sohbet edebiliyorduk ve beni merak ediyordu.

"İyi diyemem... Ama kötü de değil," dedim. Tam olarak hissettiğimin bu olup olmadığını pek bilmesem de içimden böyle söylemek gelmişti. "Siz nasılsınız? Bir hayli zaman oldu biz bir araya gelmeyeli..."

"Daha pazar akşamı beraberdik," dedi Bat, şaka yapar gibi. Boston'daki eve düzenledikleri baskından bahsediyordu fakat benim buna gülecek halim pek yoktu. Bat de bunu anladığında ciddileşti ve "Olanlar için üzgünüm..." dedi. Olanlardan kastının ne olduğunu bilmediğim gibi, merak ettiğim de söylenemezdi. "Neden ayrı kaldınız, Kara'yla?" diye sordu.

"Sizin yüzünüzden," derken buldum kendimi. Gerçekten olanlardan yalnızca OCTO'yu sorumlu tutamazdım fakat belki de içten içe böyle düşünüyor ve bununla ilk kez yüzleşiyordum. Bat, verdiğim tepkiye birkaç saniye şaşırsa bile, akabinde başını anladığını belli edercesine sallamış ve hiçbir şey söylememişti. Kolumdaki saate bakarken, "Gitsem iyi olacak," dedim.

"Helikopter gelmek üzeredir," dedi Bat. Üzerime gelmeyeceğini ima eder gibi gülümsedi. "Bir sigara içelim beraber, birlikte döneriz."

"Helikopter geliyor zaten, vakit kaybetmeyelim..." dedim.

Bat'in gözleri kısılırken, kaşları da çatılmıştı. Geçen beş ila altı saniyelik sürede, helikopterin yaklaşan sesini o da duymuştu. "Bizden çok daha iyi olmaya başlıyorsun gün geçtikçe... Bu çok tehlikeli!" dedi. Helikopter çatıya yaklaştıkça saçlarım uçuşmaya başlamıştı. "Sürekli güçlendirilen silah gibi olmayı nasıl başarıyorsun?!"

"Meslek sırrı," dedim göz kırparken. Bu bir hayatta kalma savaşıydı. Ölmekten korkmuyordum fakat ölmemek için elimden gelenin fazlasını yapabilecek olmayı bir şekilde öğrenmiştim. Güvenli bölgede olmadığım her an tetikte yaşıyor ve etrafımdaki her sese karşı hassas davranıyordum. Bu öğrenilmiş bir refleksti ve algılarım açık yaşamaktan mutluydum. Kendimi bu sayede rahat ve iyi hissedebiliyordum.

Benim için, kimseye güvenmemek ve temkinli olmak bir seçim değil mecburiyetti. Hayat boyu mantıklı kararlar almış bir kimsenin, durdurak bilmeyen hislerinin peşinden koştuğunda yere çakılmasının, kalbinin sesinin sonsuza dek susmasıyla sonuçlanması kaçınılmazdı. Bat'i seviyor olmam, ona güvendiğim anlamına gelmiyordu. Hatta Bat'e güvenmem bile ona güvendiğim anlamına gelmezdi. Bora, herkesten her şeyi beklediğini söylediğinde ona kızsam da, bu söyleminin hak verdiğim yanları vardı; herkes, en azından bazı şeyleri yapabilecek potansiyele sahipti. Herkesin bir zayıf noktası vardı ve bir kimsenin o zayıf noktası saptandığında, beni ne kadar severse sevsin, sonumu getirebilirdi. İnsanları tanımak ve buna göre davranmak gerekiyordu. Hiç kimseye güvenmeden ancak böyle yaşanabiliyordu.

Maça Kızı 8Where stories live. Discover now